Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür bugün köşesinde “Reina saldırısında FETÖ izi var mı?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Övür’ün yazısını aktarıyoruz:
Yılbaşı gecesi İstanbul’da yaşanan Reina saldırısı aslında son dönem terör saldırılarının bir devamı niteliğinde.
10 Aralık 2016’da Beşiktaş’ta polise, 17 Aralık’ta Kayseri’de askerlere ve 19 Aralık’ta Rus Büyükelçi Karlov’a yapılan saldırı, birbirini izleyen ve her yönüyle iyi düşünülmüş hata payı bırakılmayan profesyonel eylemlerdi. Her birinin ince hesaplanmış hedefleri vardı.
Hedeflerin ne zaman, nerede ne yapacakları, hangi pozisyonda olacakları ve ruh halleri dahi hesaba katılmış. Son Reina saldırısına, profesyonelliğin en tepe noktası demek yanlış olmaz. Saldırgan içeride kalabileceği zamanı bile iyi ayarlamış, toplam 7 dakika… İçeri girme süresi, katliamı gerçekleştirme tarzı onun profesyonel hatta terör uzmanı bir polisin deyimiyle daha önce toplu katliam deneyimi olduğunu gösteriyor.
Suikastçı- teröristin bu özellikleri iki önemli ilişkisine işaret ediyor. İlki, profesyonelliği ve soğukkanlılığıyla bir istihbarat örgütüyle ilişkisine, diğeri ise hedefi iyi seçmesiyle “devleti içeriden” bilmesine… Özellikle de emniyeti…
Şimdi buraya bir nokta koyup, İstanbul’da son 20 günde olağandışı artan güvenlik önlemlerine dikkat çekelim.
Saldırının gerçekleştiği Kuruçeşme- Boğaz hattını bilenler hatırlar, son günlerde gözle görülür biçimde olağan dışı bir polis kontrolü vardı.
Hatta saldırının gerçekleştiği Kuruçeşme- Bebek hattında silahlı polislerin yoğunlaşması toplum tarafından “N’oluyor?” denecek noktaya gelmişti. Bütün bunların yılbaşı gecesine yönelik olduğu da biliniyor.
Peki, o gece durum neydi? Polis aynı hassasiyeti o gece de gösterdi mi? Bu sorunun cevabını o kanlı geceyi yaşayan iki Reina çalışanı verdi. Biri saldırıdan üç saat önce yaşadığı güvenlik kontrolünü anlattı:
“O gece yoğun olacağımız için birkaç arkadaşa hamburger almak için dışarı çıktım. Dönüşte Reina’ya birkaç yüz metre kala polis kontrolü vardı.
Polis hamburgerlerin içine kadar baktı.
Sıkı bir kontrolden geçerek geri döndüm.” Diğeri de aynı şeyi saldırıdan yarım saat önce yaşadı: “Reina’dan kısa süreliğine bir yere gidip gelmek için ayrıldım. Bir kilometre sonra polis kontrolü vardı.
Üstünkörü değil dikkatli bir aramadan geçtim.” Şimdi şu soruyu soralım: O gece de kontroller sürdüğüne göre Reina’yı kana bulayan terörist o aramaları nasıl geçti? Anlatılanlara ve sonuç önlenemediğine göre güvenlik zafiyeti olduğu kesin. Ancak şu da bir gerçek; güvenlik zafiyeti sadece bizde değil, yılda istihbarata 80 milyar dolar harcayan ABD’de de yaşanıyor.
Ama bir başka ihtimal daha var; bütün bu önlemlere rağmen bu saldırı gerçekleştiyse o başka ihtimale de bakmak gerekiyor; o da devletin içidir… Yani güvenlik güçlerine ve istihbarata sızmış kripto unsurlar. Daha iki hafta önce bir polis tarihte eşine az rastlanır bir suikastla bir büyükelçiyi öldürmedi mi?
Bu tezi doğrulayan ve Türkiye’deki güvenlik zafiyetini derinleştiren asıl tehlike de burada saklı. Bu nedenle başımız terör saldırılarından kurtulmuyor. O tehlikelerden ilki, 1950’li yıllardan beri “milli” istihbaratımızın yabancı istihbarat örgütlerinin güdümünde olması, ikincisi ise yine o istihbarat örgütleriyle ilişkili FETÖ’nün devletin güvenlik güçleri içinde oluşturduğu tahribat ve hâlâ kripto FETÖ unsurlarının varlığı.
Reina ve diğer saldırıların bu kadar rahat gerçekleştirilmesi ve sarsıcı olmasında devlet içinde hâlâ etkili olan bu yapıların destek olmadığını kim söyleyebilir? DEAŞ’ın bir aparat olduğunu herkes biliyor, asıl buralara bakmak ve bu işin üzerinde ciddiyetle durmak gerekiyor.
Kaynak: Sabah